10 Ocak 2016 Pazar

Fallout 4 Detaylı İnceleme


Nan-ni Shimasho-ka ?

Fallout 4 Hasretle süren bekleyişin ardından raflarda ve bilgisayarlarımızda ki yerini aldı. Fallout 3 ve DLC'lerinin oyuncuyu uzun günler boyunca bilgisayarlara esir ettiği o aç susuz ve heyecan dorukta günlerin ardından Fallout 4 ile yine nükleer kıyametin kalıntıları arasında yaşam mücadelesi vermeye hazırız..


Bizleri özenle hazırlanmış bir sinematik karşılıyor ve insanlığın nükleer yıkım öncesi seçimleri ve sonuçları kısaca özetleniyor. Videonun ardından karakterimiz tuvalet aynasına bakan yüzü ile bizi karakter yaratma ekranında karşılıyor. Karakter yaratma ekranı gayet güzel ve detaylı düşünülmüş. Dövmeden yara izine kadar her türlü detayı uygulayabiliyorsunuz. İsterseniz obez isterseniz sıska isterseniz body hocası kıvamında bir karakter yapabilirsiniz. Grafikler fallout 4 ile birlikte gerçekten aşmış. Gözler o kadar gerçek duruyor ki ilk etapta insan şaşırıyor. Karakteri istediğimiz şekilde hazırladıktan sonra oyuna devam ediyoruz. 


Aklıma ilk gelen burasının bir Vault olabileceği idi. Pencereden dışarıya baktığımda ve evin yapısını gördüğümde gerçekten heyecanlandım. Çünkü şimdiye kadar Fallout'da nükleer kıyamet öncesiyle ilgili bir kaç görüntü ve fotoğraftan fazlasına ulaşamıyordunuz. Fallout 3'ü oynayanlar bilirler keşfettiğiniz bir Vault'da koltuklarda uyutulan insanlar, beyinlerinde, nükleer kıyamet öncesi hayali bir amerikan mahallesinde huzur içinde yaşıyorlarmış algısı yaratılarak dış dünya ile tüm bağlarını koparmışlardı. Sizde bu cihazlara bağlanarak insanları uyarıp bu sahte rüyadan kurtarmaya çalışıyordunuz. İşte Fallout 4'ün ilk dakikaları tıpkı o mahalleye benzeyen bir yerde başlıyor. Kahramanımız bir çok amerikan erkeği gibi o savaş senin bu savaş benim görev almış eski bir asker. Eşi ve bebekleri Shaun ile birlikte nükleer savaşın bir yandan devam ettiği Dünya'da, kısmen huzur dolu hayatlarına devam ediyorlar. İlk etapta bu dünyada bir kaç görev yapabilecekmiyiz yoksa klasik fallout giriş sahneleri gibi fırtına öncesi sessizlik mi sorusu kendisini bir süre sonra rutin fallout havasına bıraktı ve kapımıza gelen vault-tec çalışanı imzalatmak için getirdiği evrakla devlete hizmetlerimizden ötürü seçildiğimizden, nükleer saldırı riskinden ve Vaultlardan bize kısaca bahsetti. Ardından Vault 111'de bize özel ayrılan yer için imza istedi. Gelen ekranla birlikte karakterimiz güç,denge,bakış açısı gibi temel özelliklerini düzenleyerek evrakı teslim ediyoruz ve olaylar gelişiyor. Hanımla birlikte beşikteki bebeğimizle ilgilenirken televizyondaki haberle irkiliyoruz ve Huzur dolu mahallemiz bir anda hareketleniyor. 


Burada nükleer kıyametle ilgili küçük bir bilgilendirme var. Amerika gibi başkalarının iç işlerine karışmaya meraklı, huzur ve adalet adına savaş açıp ülkelere hunharca giren bir ülke oyunlara da el atmış sanırım ve küçük düzenlemeler yapmışlar. Çin lafını duyuyoruz ilk defa ve Komünist Çin'in yaşadığımız mahalle ve tüm Commonwealth' e yapacağı nükleer saldırıyla birlikte yeni oyunumuzun başlangıç ve kırılma anını öğreniyoruz. Burada müthiş bir algı oyunu görmek mümkün. Commonwealth olarak bildiğimiz oyun haritamız, eski ingilizce ve demokratik devlet veya ortak çıkarlar için bir araya gelmiş ingiliz milletler topluluğunun da eski adı. Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombalarını komünistler attı da biz mi bilmiyoruz Yankee kardeş. Komünizm üzerine genç dimağlarda oynanan bu algı oyununu oyun boyunca küçük detaylarda görmeye devam ediyoruz. Hemen tüm kapalı mekanlarda American Flag itemini de eski fallout'a göre sık sık görmek mümkün. Ayrıca yine oyunda karşılaşacağınız bir kaç görevde çin ve rus hükumetinin Commonwealth i sürekli izlediği ve casusluk faaliyeti sürdürdüklerini anlıyoruz. Örneğin bir çin denizaltısının amerikan hükumetini izleme ve gemilerini yok etme göreviyle Commonwealth açıklarında dolanırken nükleer saldırıya maruz kalarak karaya vurmasıyla, saldırı sonrası radyasyon nedeniyle ghoul'a dönüşen denizaltı komutanından öğreniyoruz. Yine bir başka görevde rus gizli tesisini keşfediyoruz. Tüm bu algı oyunlarını Holywood un emperyalizm propagandası sinemasında bol bol görmek mümkündü. Ancak Fallout gibi bir efsaneye de el atmış olmaları, sloganı “war never changes” olan, ülkeler ve devletlerden çok insanlığın kendi kıyameti olduğundan dem vuran, nükleer kıyamet sonrası atom bombasına hatta radyasyona tapanların ortaya çıkabileceğini bizlere gösteren Fallout a bulaşması kötü olmuş. Fallout 5 de bu hatların daha da keskinleşeceğini düşünüyorum şimdiden söyleyeyim. 


Televizyondan üzüntü ile duyurulan nükleer saldırı haberinin ardından süratle kaydımızı az önce tamamladığımız Vault 111'e doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca, bavulunu taşımaya çalışan, yaklaştığınızda “aracımızda yer yok” diye sizi tersleyen, panik içerisinde birbirine sarılan mahallelilerle karşılaşıyoruz. Askerler size gideceğiniz rutu işaret ediyorlar. Olur da yoldan çıkarak uzaklaşırsanız hop bir parlama oluyor ve bomba patlıyor. Bizim gibi seçilen birkaç aile ile birlikte askeri geçiş noktasından Vault 111 asansörüne kendimizi atıyoruz. Ve atom bombasının düşmesiyle oluşan o ünlü duman bulutu ve ardından yayılan öldürücü basınç dalgasından kıl payı kurtularak Vault 111 e giriş yapıyoruz. Mavi Vault giysimizi giyiyoruz, görevlilerin açıklamalarını dinliyoruz ve bizleri yönlendirdikleri kapsüllere doğru yol alıyoruz. Böylece oyunun sinematik kısmı sona eriyor. Yani hiçbir şeye müdahale edemeden sadece akışa uyup çevreyi gözlemleme şansı bulduğumuz kısmı. Birkaç ara sinematikten sonra uyandığınızda, sizi dondurduklarını ve yaklaşık olarak 210 sene sonra uyandığınızı fark ediyorsunuz. Commonwealth artık eskisi gibi değil.


Oyunun temel senaryosu, kaçırılan oğlunuz Shaun üzerinden şekillenmekte. Amacınız kaotik ve acımasız fallout dünyasında oğlunuza sağ salim kavuşmak. Fallout 3 de babamızı arıyorduk şimdi oğlumuzu arıyoruz. Aile bağları konusu oyuncuyu oyuna bağlamakta her zaman iyi bir seçim. Oyun haritası Fallout'3 den farklı olarak şehir çatışmalarına uygun tasarlanmış. Bir önceki oyunda daha çok çöller, kurak araziler, vadiler vardı ve bol bol mutasyona uğramış akrep ve karınca öldürüyorduk. Fallout 4'de ise çoğunlukla harabe olmuş kasaba ve şehirlerin sokaklarında yağmacılarla ve mutantlarla savaşıyoruz. Fallout 3 e göre 4'ün haritasında şehirleşme bir hayli fazla.

Şimdi de biraz yeni oyunla birlikte Fallout 4'de gördüğüm değişikliklerden bahsetmek istiyorum. Oyunda ki rutin görevlerde ki artış ve çeşitlilik dikkatimi çekenlerden oldu. Ana ve yan görevlerden bağımsız olarak sürekli tekrarlanan bu rutin görevler bir süre sonra monotonlaşıyor. Oyunda ki her tarafın kendisine özel rutin görevleri bulunuyor. Silah ve zırhlar da yapabileceğiniz yükseltmeler çok çeşitli. Robotlardan mutantlara, Synthlerden insanlara kadar her tip yoldaş alabileceksiniz. Yeter ki haritada keşfedin Oyunun ilk saatleri biraz zor geçecek çünkü daha level 4 ken bir Behemot la karşılaşma ihtimaliniz Fallout dünyasında hep var. Level olarak sizden çok yüksek bir düşmanla karşılaştığınızda üstünde bir kuru kafa simgesi görünür. Bu kuru kafa, düşmanın sizin level'inize göre ölümcül olabileceği anlamına geliyor. Böyle bir durumda iki seçenek var becerebiliyorsanız ve silahlarınıza güveniyorsanız gizlilikle öldürmek ya da süratle oradan topuklamak.

Silah yükseltmeleri söylediğimiz gibi çok çeşitli. Aynı silaha farklı yükseltmeler yaparak birbirinden tamamen farklı özelliklerde yeni silahlar kurgulayabiliyorsunuz. İsterseniz yükselttiğiniz bu silahın ismini de değiştirebilirsiniz Zırhları iki kategoriye ayırabiliriz. Tek parça olan zırhlar ve zırh parçalarıyla giyilebilen zırhlar. Nasıl oluyor derseniz açıklayayım. Bazı zırhları giydiğinizde kafa zırhı dışında üzerine parçalar halinde bulabileceğiniz kol zırhı, bacak zırhı gibi eklentileri takamıyorsunuz. Bu zırhlar elbise gibi tek parça olarak giyiliyor ve eğer atölyede yükseltebiliyorsanız tek parça olarak yükseltiliyor. Diğer zırhlar (örneğin vault kıyafetleri gibi) öldürdüğünüz düşmanlardan ve traderlardan alabileceğiniz ek parçalara uygun oluyorlar ve bu parçaları yükselterek çok çeşitli bir zırh kategorisi yapmanıza olanak sağlıyorlar. Zırhlara yapacağınız yükseltmeler GÜÇ, DENGE, ŞANS, TAŞIMA KAPASİTESİ gibi temel özelliklerinizi geliştirebiliyor. Düşmanların bazıları ölmeye yakın evriliyorlar yani daha da güçlenerek size yeniden saldırıyorlar, Legendary enemy dediğimiz bu düşmanları öldürdüğünüzde size eşi olmayan özel yıldızlı silahlar, zırhlar, zırh parçaları veriyorlar. Eşsiz demişken silah her zaman bulabileceğiniz bir silah olabiliyor ancak ekstra bir özelliği bulunuyor. Örneğin, Mutasyona uğramış güçlü düşmandan yine Hunting Rifle düşüyor ama mermisi düşmana ekstra “alev hasarı” veriyor ve düşman alev alıyor gibi.


Gelelim Power Armor'a ve yeni geliştirmelere. Power Armor'u eski falloutcular bilirler. Sadece Brotherhood of Steel'in Teçhizatları arasında bulunan bu zırhlar, oyundaki en büyük korumayı sağlayan aksesuarlardır. Eski oyunlarda power armor giymek için özel bir eğitim almanız gerekiyorken tamamen değişen ve geliştirilen Fallout 4 de yepyeni bir konseptle karşımıza çıkıyorlar. Artık Elbise gibi hop üzerine tıklayıp giyemiyoruz. Şanına yakışır şekilde nükleer bataryasını taktıktan sonra tabir yerindeyse Power Armor'a çıkıyoruz. Birbirinden çeşitli bir çok yeni özellik eklenen Power Armorlar oyundaki en büyük yardımcımız olacaklar. Tabi bol bol Fusion Core bulmamız şartıyla. Fusion Core'lar Power Armorların çalışmasına yarayan bir nevi nükleer bataryalar ve haritada çok sık karşılaşmıyorsunuz. Traderlardan almak için de çok para biriktirmeniz gerekiyor çünkü biraz pahalılar. Olur da oyunun başlarında bir DeathClaw ile karşılaşırsanız Power Armor neredeyse şart gibi. Bu arada, oyundaki düşmanların savaş mekanikleride yenilenmiş. Oyundaki en korkutucu düşmanlardan olan DeathClawlar artık sadece size pençe atmıyorlar, yeterince yaklaşırlarsa sizi tutup yerden yere vuruyor hatta üzerinize çıkıp pençeliyorlar.


Oyuna bir çok farklı yaratık eklenmiş. Aklıma gelenler arasında mutasyon geçirmiş geyikler var. Geyikler, Rusya ve Japonya da nükleer kazalar sonrası o bölgede doğmuş mutasyon geçirmiş bebek ve çocuk fotoğraflarını andırıyor. Yine ayılardan mutasyona uğradığını düşündüğüm Yao Guai'ler var ki mermiyi yiyorlar bildiğin. Ne var ne yok boşaltıyorsun üstüne zor ölüyorlar.


Süper Mutantlar genelde yalnız gezmiyorlar. Yanlarında mutasyona uğramış dev köpekleri var ve bu köpekler sizi gördüklerinde korkutucu bir kükremeyle herkese haber veriyorlar.


Ghoulların tasarımı Fallout 3 e göre bir hayli geliştirilmiş. Çok daha korkutucu görünüyorlar.
Yoldaşlarınızın yani oyunun deyimiyle companion larınızın her biri size özel perkler kazandırıyorlar. Buna özellikle dikkat etmenizi öneririm. Yoldaşlarınızdan bu perkleri kazanmak için bir süre onlarla yolculuk etmeniz ve kararlarınızla onları mutlu etmeniz gerekiyor. Size güvenleri tamamen artınca bir çok avantaj kazandıran perklere kavuşuyorsunuz.

Fallout'un temel kurgusu, nükleer kıyamet sonrasını müthiş bir görsel zarafetle resmederek, bu dünya içerisinde birbirinden farklı ırk, inanış, yaşayış ve beklentiler içerisinde olan taraflar arasındaki sosyal, siyasi çıkar ilişkileri ve dengelerdir. Bu durum hiçbir fallout da değişmez. Belli başlı büyük ve güçlü tarafların dışında bölgesel irili ufaklı bir çok dışa kapalı komün oyun içinde bulunur. Ve siz tüm bu taraflar arasında ya birisine dahil olup otomatikman geri kalanlara düşman veya mesafeli olursunuz ya da dengeli bir oynayışla kendi yolunuzu çizersiniz, böylece hepsinden gelecek görevleri yapma şansınız olur. Fallout 4 de dahil olabileceğiniz dört büyük taraf bulunmakta. Bu tarafların kimisi birbiriyle ölesiye düşmanken kimisi birbirine mesafeli ve uzak. Bunlar; MINUTEMAN, RAILROAD, THE INSTITUTE ve bir Fallout klasiği olan BROTHERHOOD OF STEEL. Tarafları kısaca ele alalım;

Preston Garvey
MINUTEMEN: Commonwealth üzerinde yaşam mücadelesi veren toplulukları Raiderlar, Süper mutantlar vb. bir çok yağmacı, hırsız ve katillerden oluşan düşmanlardan korumayı amaç edinmiş bir oluşum. Bir nevi milis savunması örgütü. Fallout 4 de 3'ün aksine yöre halkını koruyacak bir oluşum yok, 3'de ordular vardı 4'de tam bir kaos havası hakim. Katiller, hırsızlar ve yağmacılar bölgede cirit atıyorlar. Minutemen bu boşluğu doldurmak için ortaya çıkmış. Ancak bizim dondurucuda olduğumuz yıllarda yaşanan büyük bir savaş sırasında generalli öldürülmüş ve o günden sonra git gide azalıp dağılarak bölgede kontrolü ve güvenliği kaybetmişler. Tarihe baktığımızda Minutemen ismini yine görmek mümkün. Minutemen dediğimiz oluşum tıpkı oyunda gördüğümüz gibi Amerikan Sivil Savaş'ı döneminde çoğunluğu ingilizlerden oluşan ve ismini çok hızlı organize olup müdahale etmelerinden alan milis topluluklarından alıyor. Çoğu genç ve heyecanlı sivillerden oluşan bu gizli oluşum Amerikan Sivil Savaşı döneminde ortaya çıkmıştır. Oyunda tarihteki minutemen'e bol bol göndermeler var. Giyimlerinden isimlere kadar.





THE INSTITUTE: Enstitü, Commonwealth halkına korku salan teknolojik olarak çok ileri gizli bir örgüt. Bu örgüt insanları kaçırarak deneylerinde kullanıyor ve hiç bir şekilde ulaşılamıyor. Karargahı neresi, kim yönetiyor, hakkında hiç bir bilgi bulunmuyor. Kaçırdığı insanları cyborglere dönüştüren bu örgüt, oyundaki en güçlü taraf olarak karşımıza çıkıyor. Enstitü sayesinde oyunda synth adı verilen yeni bir yaşam formuyla da tanışmış oluyoruz. Synthler normalde insandan çok daha hızlı ve güçlü insan iskeletine sahip robotlar olarak geliştirilmiş ancak yıllar süren araştırmalar sayesinde Enstitü gerçek insan denekleri kullanarak tamamen insana benzeyen insan-robot karışımı Synthler üretmeyi başarmış ve teknolojide geldiği bu noktada synthleri geleceğin toplumu olarak görmek gibi Tanrısal bir role bürünmüş.





Desdemona
 RAILROAD:Railroad, Fallout 4 ile birlikte ilk defa karşılaşacağımız Institute'e tepki olarak doğmuş gizli bir organizasyon. Amaçları institute'ü yok etmek ve sivil halkın düşmanlığı ile institute arasında sıkışıp kalmış Synth'leri kurtarmak. Synthler institute tarafından üretilen yeni bir yaşam formu. Bu cyborgler insana dair her şeye sahipler. Görünüşlerini insanlardan ayırmak neredeyse imkansız. Enstitünün acımasız deneyleri sonucu üretilen bu insan-robot karışımı canlıları yerel halk düşman olarak görüyor. Haksız da sayılmazlar çünkü Enstitü suikastlerini synthler aracılığıyla yapıyor ve sıklıkla kaçırdığı insanların yerine synthleri koyarak halkın arasına sızma yapıyor. Bu da halkı paranoyaya sürüklemiş. Bir kısmı neler döndüğünden habersiz olan bu cyborgleri Enstitü'nün elinden kurtarmak Railroad'un öncelikli görevi. Oyunda ilerledikçe fark ediyoruz ki Railroad'un ekibinin büyük çoğunluğu da Enstitü'nün elinden kaçmayı başarmış synthlerden ve doktorlardan oluşuyor.






BROTHERHOOD OF STEEL: Power Armor'un en çok yakıştığı adamlar bunlar. Fallout'un vazgeçilmezi ve en eski ve kadim topluluğu. Fallout 4'de eski oyunlara nazaran (eğer aralarına katılmazsanız) görevlerde daha az karşılaşacağımız Brotherhood of Steel i eskiden beri fallout dünyasını takip edenler zaten bilirler. “Bizden değilsen Bizim karşımızdasın” sloganının vücut bulduğu bu oluşum eski antik şövalye mitinin teknolojik imkanlarla harmanlanmasıyla hayat bulmuş gibi. Bir nevi fallout dünyasının katı askeri kolu olan bu oluşumda öncelik her zaman görevler ve ast üst ilişkileri olmuştur. Fallout 4 de de duruşlarını bozmadan devam ediyorlar. Commonwealth üzerinde yağmacılara ve kanunsuzlara karşı oyunun başlarında en etkin taraf olarak Brotherhood of Steel'i görüyoruz. Vertibird'leriyle tüm bölgeye hakim olan Knightların haritada ilerlerken tepenizden süzülüp ilerde konarak çatışmaya girdiklerine sık sık şahit olacaksınız. Fallout 4'de Brotherhood of Steel'e kolay lokma olan Raider ve Süper Mutantlar gibi yağmacılardan çok var. Ancak genellikle yağmacılar arasında en büyük tehdit olan Gunner'lara karşı savaşıyorlar. Gunner'lar bir nevi Raider'ların askeri eğitim almış, silah ve teçhizat olarak çok ileri versiyonları.


Oynanışa gelen yenilikler çok çeşitli. Ancak fallout da tamamen yeni gördüğümüz bir seçenek var ki henüz geliştirilmeye açık da olsa açık dünya tek kişilik oyunları sevenler için müthiş bir potansiyel ve gelecek vadediyor. Haritaya serpiştirilmiş halktan hayatta kalan insanların yaşadığı yaşam alanları bulunuyor. Siz bu bölgelerde yaşayan halka yardım edip güvenini kazandıktan sonra o bölgeyi yönetebiliyorsunuz. Yönetmek derken tamamen yeniden tasarlayabiliyorsunuz. Yatağından, sandalyesine, duvara astığınız resmine kadar. O bölgenin yiyecek, su, güvenlik, barınma gibi kaynaklarını karşılamak sizin işiniz oluyor. Bölgeyi temizlerken scrap dediğimiz tüm atıkları otomatik dönüştürerek deponuza kaynak olarak aktaran bu sistem sayesinde kendinizi bu bölgelerden sorumlu hissediyorsunuz. Sadece bölge değil, orada yaşayan halkın zırhları, silahları, görev dağılımlarına kadar her şey sizin kontrolünüzde. Eğer bölgeye gerekli yükseltmeleri yaparak Radyo istasyonu kurarsanız çevrede güvenli bir yuva arayan insanlara sinyal gönderiyorsunuz. Böylece kasabanızda konaklayan insan sayısı her geçen gün artıyor. Sayı arttıkça su, yemek, barınma ve güvenlik ihtiyacı da artıyor. Ve oyun birden simülasyona kayıveriyor. Bu harika sistemi oyuna yeni entegre ettikleri için tabi ki çok fazla sıkıntı mevcut ancak DLC'ler ve güncellemelerle üzerine giderlerse, görevleri bitirseniz bile başından uzun süre kalkamayacağınız uzun soluklu müthiş bir döngü oluşturabilirler. Oyun dünyasına aşina olanlar için şöyle açıklayayım, Sims yaşam simülasyon oyununun Fallout'a entegre edilmesi gibi düşünün. Yönettiğiniz bu kasabalar arasında ticaret yolları kurabiliyor, Klinikler, Barlar açabiliyorsunuz. Uzun vadede bu yeni sistemle ilgili şüphelerim mevcut, onları da açıklamak istiyorum. Günümüz Oyun dünyasında yapımcılar tek kişilik oyunların oyuncuyu gereğinden fazla uzun süre meşgul etmesini istemiyorlar. Bunun en büyük nedeni tabi ki gelir hesapları. Elder Scrolls Skyrim gibi bir oyunun bile multiplayer olarak hayatına devam etmesinin altında yapımcının kolay yoldan para kazanma planı yatıyor. Derin senaryolara sahip tek kişilik RPG yapımı bir hayli emek isteyen ve zaman alan bir iş. DLC'ler multiplayer ve ücretli serverlar derken yapımcıya hiç bir yeni şey üretmeden sürekli ve dönemsel gelir kapısı sağlıyor. Tabi ki buna karşı gelecek değilim, sonuçta bu şaheser oyunları satın almak yerine torrentlerden indiren çok büyük bir oyuncu kitlesi mevcut. Bu bağlamda Fallout 4 ile gelen bu özelliğin geliştirilmesi DLC olarak piyasa sürülen yeni itemler, kasabalara yeni güncellemeler ile mevcut olabilir gibi geliyor bana. Zaman gösterecek.



Fallout 4'ü yaklaşık bir ay boyunca günde ortalama 5-6 saat gibi oynama fırsatım oldu. Ana görevi ve karşılaştığım yan görevleri bitirdikten sonra listemde geriye sadece tekrar eden görevler kaldı ve başka oyunlara geçtim. Birkaç hafta sonra oyunu tekrar açıp haritada bir gezeyim dedikten sonra Vault 81 i keşfettim. Evet ilk defa bir Vault'u ve içerisinde yaşayan insanları sağlıklı ve ayakta görmüştüm. Vault 81 sayesinde ilk defa bir vault içerisinde nükleer kıyametten hayatta kalmış ve dış dünyaya kapalı radyasyon bulaşmamış kalabalık bir toplulukla karşılaşmıştım. Ve bu sayede yeni bir çok görev alma şansım oldu. Sonuç olarak Fallout dünyasında ne zaman nerede ne çıkacağını kestirmek mümkün değil. 

Yapımcılara Saygıyla.


OYUNUN ARTILARI- Grafik beklentisi oyuncular arasında değişse de ben müthiş buldum. Karakter tasarımları gerçekten çok güzel.
Savaş mekanikleri ve yapay zeka tatmin edici.
Oyuna gelen bir çok yenilik oyunun kendisine has atmosferini hiç bozmamış aksine yeni fallout severler yaratacak kadar iyi olmuş.
Seslendirmeler ve sesler harika. Terminatör adlı filmin müziğinide kullanmışlar, sanırım oyuncuların bilinçaltında synthlerle terminatorler arasında bir bağ kurması için yapılmış.

OYUNUN EKSİLERİ- Aslında piyasadaki RPG'ler arasında ilk 3'ün içerisinde senaryosu ve atmosferiyle rahatlıkla yer alan bir oyun olarak eksilerini saymak bana yapımcılara saygısızlık gibi gelse de bahsetmeden edemeyeceğim.
Optimizasyonla ilgili bir problem mi tam bilmiyorum. Steam'in forumlarında da bir çok oyuncu bahsetmiş ki açık alanlarda özellikle bol binanın bulunduğu yerlerde oyunda belirgin bir FPS düşüşü yaşanıyor, hatta neredeyse kısa bir süre donuyor oyun.
Oyunun ana senaryosu ve yan görevlerin süresi bana biraz kısa geldi. Tabi bu değerlendirmem eski falloutlara kıyasla yapılmıştır. Ortalama bir oyuncu için gayet makul ve çeşitli.
Oyuna yeni eklenen kasaba yönetimi ve tasarlama sistemi çok kısır kalıyor. Etkilerini belirgin bir şekilde hissedemiyorsunuz. Yaptığınız onca düzenlemenin geri dönüşü hissedilir değil. Suya yazı yazmak gibi. Bir süre sonra yatak sayısı, yemek ve su dışında gerisi boş geliyor.


KONSOL KOMUTLARI

RPG'lerde gerçek oyuncular hile kullanmaz. Bu benim keskin ve değişmez bir yargım. Ama Olur ya hile kullanma ihtiyacı hissedebilirsiniz. Oyunda görevleri bitirdikten sonra oyunun limitlerini görmek açısından konsol komutları size çok yardımcı olacaktır. Oyun hazırlanırken ki detayları konsol komutlarıyla bir başka açıdan görmeniz mümkündür. Ben böyle düşünüyorum. Fallout 4 ve konsol komutlarıyla ilgili ansiklopedi kalınlığında bilgi ve Doküman google'ın arama sonuçlarında zaten karşınıza çıkacak. Ben size spesifik ve ihtiyacınız olacaklardan ufak bir demeti not olarak sunmak istiyorum. İnternette Fallout 4 trainer adıyla dolanan linklere de itibar etmeyin. Hemen hepsi virüs ve trojandır. Sonuçta fallout konsol desteği olan bir oyun ve tüm ihtiyacınız olan konsol komutlarıdır.

TİM: Tim komutu Fallout'un değişmeyen ölümsüzlük hilesi “TGM”den farklı olarak hile yapana daha realist bir ortam vadediyor. Şöyle ki, TİM komutuyla enerjiniz azalmaya devam ediyor, Aksiyon puanınız ve cephaneniz de öyle. TGM ile ortak olan tek kısmı enerjiniz hiçbir zaman sıfıra düşmüyor yani ölmüyorsunuz. Tim komutu ile, zorlandığınız ve bir türlü geçemediğiniz yerlerde oyunda hile yaptığınızı daha az hissederek kendinizi kandırabilirsiniz.

TCL: TCL komutu bir çok usta oyuncunun da malumu olan collision dediğimiz hadiseye olanak sağlıyor. Yer çekimi ortadan kalkıyor ve bir kuş gibi hafif bir hayalet gibi şeffaf oluyorsunuz. Gökyüzünde yolculuk edip duvar ve kapılardan geçiyorsunuz. Olur da oyunda bir yerlerde sıkıştınız. Dışarı çıkamıyorsunuz, belki de bir bug keşfettiniz, TCL ile kurtulmanız mümkün.

TGP: TGP daha çok oyunu oyun tarzını sosyal medyada paylaşanların başvuracağı bir komut. TGP ile Oyun ekranı tamamen donuyor. Böylelikle çok güzel sahneler yakalayıp ekran resmi almanız kolaylaşıyor.

ADDITEM : additem komutu ile oyunda ihtiyaç duyduğunuz tüm eşya, silah ve zırhları deponuza almanız mümkün. İhtiyacınız olan internetten o eşyanın ID'sini yani item kodunu bulmak.
Örneğin: “additem 000000F 5000” beşbin caps yani fallout parası olan şu metal kola kapakları şu an cüzdanımda sıcacık beliriverdi.

COC QASMOKE : Bu komut sizi oyundaki tüm kitap, eşya, hammadde ve zırhların bulunduğu bir alana ışınlıyor. Yani kısacası oyunda sağda solda bulacağınız ne varsa hepsi bu bölgede kutuların içerisinde bulunuyor. Quest itemleri de buna dahil. Bu bölgeden tekrar çıkmanız PipBoy ile mümkün değil o nedenle yine ışınlanma komutu olan “coc” u kullanarak herhangi bir yerin konsol adını yazıp ayrılabilirsiniz. Örneğin Red Rocket Truck Shop için “coc RedRocketExt”

UNLOCK : Bu komut ile yeteneklerinizin yetmediği kasa ve terminallerin kilidini açmanız mümkün. Konsolu açıp unlock yazdıktan sonra açmak istediğiniz kasa veya terminalin üstüne mouse ile tıklamanız kafi. Ancak bu komut oyunun tüm zorlayıcı yanını ve görevler için keycard password arama heyecanını yitirdiği için kesinlikle tavsiye etmiyorum. Böyle yapacağınıza Yoldaşlarınızı kullanabilirsiniz. Örneğin Cait ile tüm zorluk seviyelerindeki kapı kilitlerini açabilirsiniz. Komut verin yeter. Birkaç denemeden sonra mutlaka açıyor. Yine dedektif Nick Valentine ile de tüm terminaller çocuk oyuncağı.

Özellikle belirtmek istiyorum ki eğer herhangi bir hile komutunu yönetmekte olduğunuz köylerden birisinde kullanırsanız o köyün pipboy üzerinde ki istatistikleri şaşıyor. Yani Pipboy daki Workshop sekmesinden köylerinizi kontrol ettiğinizde örneğin DEFENCE 5 görünüyor ve uyarı veriyor halbuki o köyde defansınız 30 larda gibi. Size önerim hile komutlarını sadece çok zor durumlardan kurtulmak için geçici kullanmanızdır. Ben kullanmadım mı? Kullandım ama sor neden kullandım. Ufacık bir odada bir Mother DeathClaw'la başbaşa kalınca ve defalarca estetik bir şekilde parçalara ayrılınca sinirlendim ve FatBoy'umla odada küçük bir Nagazaki felaketi yaratıp kendisini kuma çevirdim. Fatboy demişken Kellogs dediğimiz stealth boy bağımlısı psikopatla kapıştığımız sahne bir çoğunuzu zorlayabilir. Bu sizin o göreve gelene kadar karakteri ne kadar geliştirebildiğinizle de alakalı. Çünkü ana senaryo yan ve rutin görevlerden bağımsız olarak biraz hızlı ilerliyor. Olur da bu Kellogs bitirimini öldüremezseniz, hile değil ama bir tavsiye vermek istiyorum. Kellogs'a ulaşırken terminalden açacağınız bir depoda Fatboy'umuz pırıl pırıl yatıyor. Onu alıyoruz. Cephane olarak bu bölüme kadar hiç nuke bulmadıysanız yanında bir tane nuke ü hazır zaten. Kellogs ile diyaloğ bittikten sonra çarpışma başlamadan önce bir kaç kelime daha ediliyor, tam o sırada Kellogs ve avanesinden olabildiğince uzaklaşıp Fatboy'unuzu ateşleyin ve oda saniyeler içinde tertemiz olsun.
Başka bir tavsiye yine tecrübelerimden. Sanctuary Hills'e gelen bir tüccar var. İsmini tam olarak hatırlayamıyorum şu an. Bu tüccar biraz ters bir tip. Bununla ilk diyaloğunuzda bunu para vermeye zorla gibi “sarı” bir diyalog sekmesi çıkıyor. Bunu seçerseniz ve ikna olursa size az bir para veriyor. O dakikadan sonra bir daha bundan alışveriş yapamıyorsunuz ve sizi ne zaman görse laf sokup duruyor. Bununla da kalmadı benim oyunda. Fusion Core'u üzerinde unutup bıraktığım Power Armor'umu döndüğümde yerinde bulamadım. Bir de baktım arkasında yüklü ineğiyle zemini titrete titrete Power Armorlu biri koşuyor meğer benim zırhı çalmış uyanık kadın. Power Armor'u hiç bir zaman yakıt tankıyla birlikte bırakmamayı bana öğreten NPC dir o tüccar kadın.








27 Eylül 2015 Pazar

Sosyal Medya'da Fame ve Popi Akımı


O Dudak Büzülecek !


Çağımız internet ve teknoloji çağı. Doğal olarak 7 den 70'e her yaştan insan artık sosyal medyayı bir iletişim, sosyalleşme aracı olarak kullanmakta. Akıllı telefonların çıkması bu süreci hızlandırdı Bir kaç sene öncesine kadar facebook instagram gibi birçok web sitesi ve uygulamaya yabancı olan hatta bilgisayar ve akıllı telefonlara uzak bir yaşam süren orta yaş ve üzeri kitlelerin bu dönüşüme süratle adapte olduğunu görüyoruz. Bu yaygınlaşma hali sonucunda sosyal medyayı kullanan ergen nüfus kendisini gerçekleştirecek yepyeni bir alan yarattı. Dünya'da ki sosyal medya trendlerinin internet sayesinde anlık olarak önümüze serildiği bu mecrada, gençler varoluşlarını dışa vuracakları bir alana kavuştular. Bu alan ki sosyal medya hayatının bir parçası haline gelmiş gençlerimizin içinde bulunduğu kalabalıktan sıyrılarak ön plana çıkmasını teşvik eder oldu. Böylelikle Fame veya popi dediğimiz popüler olan çok beğeni alanın "ünlü gibi" muamele gördüğü, imrenildiği bir ortam meydana geldi. Fame İngilizce'de “famous” yani ünlü anlamında kullanılan kelimeden türedi, popi ise popüler olandan türeyerek fotoğrafları binlerce beğeni alan profilleri yüzlerce kişinin uğrak yeri olmuş gençlere yakıştırılan tabirler oldular. Eskiden sınıfın en popüler kızı/oğlu genellikle en güzel/yakışıklı olanlar, iletişimi kuvvetli olanlar, babası zengin olanlardı. Şimdilerde de popi kültürü bunu çok yıkmış değil fakat sınıf içerisindeki 30-40 gencin arasından çıkıp sosyal medya sayesinde binlerin milyonların bu iddiayı desteklemesine ön ayak oluyor. Ve beklentide gün geçtikçe artıyor. Artık gençler popi veya fame olabilmek için daha seksi daha güzel görünmek zorunda. Peki gençler bu akımla ilgili neler söylüyorlar? İnternetten araştırırken karşılaştığım birkaç yorumu sizin için derledim ;

-Şekerim ben çok fame'im.
Her yıl şu fashion şeylerine giderim.
Hani bir ara Adriana TR'deydi ya,ben de oradaydım yaaaaa !!!1111
Çoğu ünlüyü de tanırım,yani piyasayla ortak payım var.
Face'de fotolarımı en az 300 kişi beğenir.
Ama sana bir öneri,ezik doğduysan ezik kalacaksın swh swh.
Fame olmak için öyle doğman lağzım.
Ama belki deneyebilirsin.

-her gün onunla uğraşıyorlar, twitter özellikle çok müsait çok takipçisi olan kişilere ilgi çekici,komik tivit atarsın ordan onun takipçileri görür takip eder ,karşılıklı takipleşme olayları var ,facebook için organik takipçi ,arkadaş ve beğeni siteleri var.Hiç alakam olmaz ama arkadaşlar sağolsun her şeyini öğrendik

-Bir adet profesyonel kamera ve 3-5 tane yalaka kanka işinizi görür

Empati (Eşduyum)




    Empati (eşduyum) insanı insan yapan özelliklerin başında gelir. Empati yeteneği bireyin çekirdek ailesi tarafından yetiştirildiği, öğrendiği süreçte pekiştirdiği bir kazanımdır. Her insan doğuştan itibaren açlık, üreme gibi dürtülerinin yanında empati de yapabilecek donanıma ve kapasiteye sahiptir. Ancak Empati yeteneğinin farkına varması için ebeveynlerinin motivasyonu şart. Ebeveynlere, bireylere empati yapabilme özelliği kazandırmada büyük görevler düşmektedir. Doğuştan farkındalıkla gelen bu özellik üzerinde durulmadığında kolaylıkla kaybolabilmektedir.

    Empati kısaca, kişinin, bir başkasının duygularını, kaygılarını, içinde bulunduğu durumu hissederek içselleştirebilmesidir. Terim, Latince'deki "iç,içine,içinde" anlamına gelen "em" ön eki ile Grekçe'deki "duygu, acı, ıstırap, algılama" anlamına gelen "patheia" sözcüğünden türetilmiştir. Empati anlayıştır, empati iletişimde, kötü durumda olan bireye doğru motivasyonu vermemizi sağlar, pozitif düşünmesine yardımcı olmayı sağlar. Empati toplum içi şiddet vakalarını azaltır, yardımlaşmayı, dayanışmayı teşvik eder. Mutlu bir toplumun anahtarı empati yapabilen bireylerde saklıdır.

    Empati yeteneği günümüz dünyasının hırs ve çıkarla örülmüş duvarları arasında manipülasyona yani yanlış yönlendirmeye de neden olabilir. Yalanın ve iki yüzlülüğün kol gezdiği mecralarda empatiyle hareket eden bireyler kolaylıkla duygusal olarak yıpranabilirler. Bu yıpranma zaman içerisinde kişiyi yanlışa inanmaya yönlendirebilir veya empati yapmaktan onu alıkoyar. Bireyin sosyal yaşamında karşılaştığı bu travmalar empati yetisini geri gelmeyecek şekilde yok eder. Empatiden uzaklaşmış bir toplumda anlayış da yok olur. Birbirini anlamayan, sadece “zorunda” olduğu için bir arada bir kasabada bir şehirde bir mahallede yaşayan insanların hayatta tek amacı kalır, bireysel kazanımlar, bireysel hırs ve aç gözlülük. Böylesi kalabalıkları Egemenlerin, çıkarları doğrultusunda yanlış kararlara yönlendirmesi çok kolaydır. Empatinin bireylerde kaybolması, geride güdüleri için yaşayan, anlayışsız, hayatı boyunca anlamsız bir hüzün hissedecek nesiller bırakır. Empati yapabilmek “Güdülen” toplum olmakla “Adil” toplum olmanın arasındaki farklardan en önemlisidir.



Hayat akışınız içerisinde, travmatik, acımasız çok olay yaşayabilirsiniz. Buna rağmen yine de empati yapabilirsiniz. Bu insan olmanızın gereğidir. Onu kaybetmemek için elinizden geleni yapın. O sizin kıymetliniz ve kimsenin o naif duyarlılığınızı sizden almasına izin vermeyin.


17 Eylül 2015 Perşembe

 The Witcher 3 Wild Hunt İnceleme 

Efsane Oldu !

 Sevgili yurttaşlar, sizlere bu yazıyı yazarken the witcher ekibine beslediğim sevgi ve saygıyı tarif edemiyorum. Günümüz popcorn oyun dünyasında bu kadar ince eleyip sık dokuyan insanların hala var olması beni gelecek için umutlandırıyor. The Witcher serisini bilmeyeniniz yoktur. İkinci oyunla birlikte dövüş mekaniklerinde köklü bir değişime giden ekibe büyük eleştiriler gelmişti. Ancak tüm bu eleştiriler oyunun müthiş senaryosu karşısında birer fısıltı gibi kaybolup gitmişti. İşte yine yaptılar ve başından uzun günler boyunca kalkamayacağımız senaryosuyla, oynanışıyla, atmosferiyle, uçsuz bucaksız açık dünyasıyla bizleri bilgisayara bağlayacak uykusuz gecelerimizin sorumlusu The Witcher 3 Wild Hunt'la karşımıza çıktılar. 

The Witcher Wild Hunt serinin son oyunu. Oyun ülkede bir avuç kalmış Witcherların ve artık yok olan withcer kültürünün buram buram hissedildiği bir atmosferde geçiyor. Tıpkı japonların efsanevi savaşçıları samurayların, teknoloji, değişen kültürler ve yeni ihtiyaçlarla birlikte devrinin kapandığı o son yıllar gibi. İnsanların birçoğu witcherlara ucube olarak bakmakta. Irkçılık almış başını gitmiş. insanlar ve kralları diğer tüm ırkları şehirlerinden kovma hatta soykırım peşinde, onları arka mahallelerde pislik hastalık içerisinde yaşamaya itmişler. Kendi aralarında kaotik bir ilişkiye ve bağa sahip olan cadılara ve cadılığa artık tolerans gösterilmez olmuş. Tek suçu komşusuna bitkilerden ilaç yapmak olan huzur içinde kendi halinde yaşamaya çalışan cadılara bile tahammülü kalmamış insanlık, onları ıssızlığa ve sefalete sürmekte. Kahramanımız Geralt of Rivia baba ocağı Kaer Morhen'e dönmüş ve ustası Vesemirle birlikte ödül avcılığına devam etmekte. 

Oyunun açık dünya olduğunu söylemiştik. ve sizlere kafadan 100 saatlik bir oyun süresini vadediyor. Öyle böyle değil bir uçtan bir uca atla 40 dakikada gidilecek bir alandan bahsediyoruz. Witcher'ı witcher yapan en büyük unsur günümüz oyun dünyasının bol grafik talebinin ötesinde senaryoya ve görevlere olan özeninde yatıyor. O görevler ki sadece yan görevleri ve hikayelerini bile tekrar tekrar oynayabileceğiniz kalitede büyük titizlikle hazırlanmış. Oyunun size sunduğu seçeneklere göre değişen sonuçlarla birlikte söylediğiniz her cümlenin ve yaptığınız her hareketin size ve içinde bulunduğunuz dünyaya değişen bir etkisi olduğunu bilerek hareket ediyorsunuz. Verdiğiniz kararlarla köyler yok olup insanlar ölebiliyor, geride yanmış kül olmuş bir arazi ve cesetler kalabiliyor, yanlış insanlar suçlu bulunup öldürülebiliyor, şeytanlar serbest kalabiliyor.  Tüm bu çok bilinmezli denklemlerin arasında ve oyunun devasa haritasında sıkılmanız neredeyse imkansız. Oyun süresi layıkıyla hakkını veriyor her dakikasında heyecan doruktasınız. Daha hala düşünüyorsanız tereddütü bırakın derim. RPG'leri seviyorsanız, fallout gibi elder scrolls gibi efsane olmuş bir oyundan bahsediyorum burada. Grafiklerini sesleri vs.yi yani bir oyunu incelerken detaylandıracağım herşeyi bir kenara koyuyorum.


 Yükleyin oynayın ve yapımcılara saygı duruşuna geçin.

Viva Geralt !

Middle Earth Shadow of Mordor İncelemesi


Üstad Tolkien'in yazdığı ve kurguladığı Orta Dünya ve Yüzüklerin Efendisi, Silmarillion, Hobbit isimli kitapları aracılığıyla milyonlara ulaştığı fantastik dünyayı oyunlarla ilgili ilgisiz bilmeyenimiz azdır. Peter Jackson imzasıyla kitap, müthiş bir görsellikle sinemaya uyarlandıktan sonra alakalı alakasız artık herkesin kenarından köşesinden bilgi sahibi olduğu bir dünya oldu Orta Dünya.

 Middle Earth Shadow of Mordor'da Orta Dünya'da geçen bir oyun. Konusu itibariyle kitaplardan ve film serisinden bağımsız bir senaryoya sahip olan oyunda Talion isimli bir kolcuyu kontrol ediyoruz. Talion Orta Dünya'nın ölümle kol kola gezen uçsuz bucaksız arazilerinde oğlu ve karısıyla yaşam mücadelesi veren bir kolcudur. Bir gün bulundukları bölgeye orclar bir saldırı düzenler ve herkesi katlederler. Sauron'un Black Captains adındaki lejyonunun lideri Black Hand bölgeye gelerek Celebrimbor tehlikesini ortadan kaldıracak kanlı bir büyü yapmayı planlamaktadır ancak olaylar beklenildiği gibi gelişmez. Celebrimbor'da yüzükleri yapan elf prensidir. yüzük konusunun detayına girmeyeceğim konu dağılmasın. Celebrimbor insanlara elflere ve dwarflara yaptığı güç yüzükleriyle Orta Dünya'da bilinmektedir. Sauron Eregion'u işgal ettikten sonra Celebrimbor'u tutsak eder, ona işkence yapar, karısını ve çocuğunu da tutsak ederek öldürür.Amacı yapılan tüm güç yüzüklerini ele geçirmektir. işkenceyle geçen günlerden sonra celebrimbor yüzüklerin yerini söyler ve Sauron tarafından öldürülür. Ancak ölümü onun  için bir son değil başlangıçtır. Bir Wraith olarak yani bir nevi hayalet olarak lanetlenir ve yüzyıllarca öyle kalır. Black Hand, kahramanımız Talion'u ve ailesini böyle bir ayinle katleder. Ayin sırasında işler değişir ve Celebrimbor Talion'un bedenini ele geçirir. işte Maceramız bundan sonra başlıyor. Celebrimbor un bedenini ele geçirmesiyle tekrar hayata dönen kolcu Talion ayrıca wraith in sayesinde birçok farklı gücede kavuşuyor.

Amacımız Talion ve bedenine girmiş Celebrimbor'la birlikte Talion'un intikamını almak. her ikisinin ortak noktasıda Sauron ve onun kötülüğüne karşı duydukları nefret ve intikam duygusu. Bu senaryo üzerinden bulduğunuz her orc'u kesiyor veya ele geçiriyorsunuz. Gizlilikle kalelere sızıyor ve ork ordularını tahrip ediyorsunuz.

Tür olarak Üçüncü Açı Aksiyon ve Macera kategorisinde değerlendirebileceğimiz oyun aynı zamanda açık dünya olarak karşımıza çıkmakta. Batman Arkham City'yi oynayanlar Nemesis sistemine yabancı değillerdir. Hani şu zaman ilerletme yaptığımızda ekranda birer dama taşı gibi beliren karakterlerin birbirleriyle otomatik savaşıp level ve kıdem atladığı düzen. Aynı sistem SOM'da da var. Oyunda senaryo ve yan görevlere çok fazla değinmeyeceğim zaten başına geçtikten 30 dakika sonra yan görevleri çözersiniz. Oyunun açık dünya olmasının işlevsel olarak nerede hiçbir artısı olmadığını belirteyim. Oyuncuyu oyuna bağlayacak hiçbir unsur kullanmadıkları gibi bunuda bilinçli yapmışlar sanki. Kenarından köşesinden bir RPG havası vermek için yetenek ağacı Power rank gibi bir sistem koymuşlar. Yeni yetenekler açıldıkça farklı hareketler yapabiliyorsunuz hayat enerjiniz focus enerjiniz artıyor vuruş gücünüz artıyor. Öldürdüğünüz orc kaptanları ve Şeflerden düşen rune'leri silahlarınıza ekleyerek daha işlevsel ve güçlü silahlara kavuşuyorsunuz. Celebrimbor'un size verdiği yeteneklerden biriside Brand. Brand sayesinde kalabalık orc gruplarıyla savaşabiliyorsunuz. Onları dönüştürerek sizin safınızda savaşmalarını sağlıyorsunuz. Bu özellik sayesinde küçük çaplı bir ordu kurabilirsiniz. Ancak kullanışı yine bilinçli olarak kısır bırakılmış bir özellik.

İtiraf edeyim SOM'un doviş sistemi, mekaniğine hayran kaldım. Hibrit oyun yapma merakımı cezbetti. Bu oyundaki dövüş sistemini Skyrim'e monteleseniz zaten gözümde efsane olan Elder Scrolls Skyrim nirvanayı yapardı. Oyunun ana görevini yaya yaya 4-5 saatte rahat bitirebilirsiniz. Bittiğinde de "bu mudur" diyeceğinize eminim. Ancak orcları keserken yaşadığınız hazzın tatminini sağlamak için uzun bir süre daha oynamaktan alıkoyamıyorsunuz kendinizi.  Stres atmak için birebir. Orc kesmek için ara ara açıp oynarım hala.

SOM'da özgürce seyahat edebileceğiniz haritalar bulunuyor. Bu harita üzerindeki kuleleri ele geçirerek çevredeki görevleri açıyorsunuz. Tüm haritayı tamamiyle orclar istila ettiği için adım başı insanları çalıştıran orc gruplarıyla karşılaşıyorsunuz, orcları kesince köleler size teşekkür ederek kaçışıyor oraya buraya. Bu da size XP kazandırıyor. Oyunda Challengelar yoğun. Bitki toplayarak, harita üzerindeki doğal yaşam unsuru hayvanları öldürerek bu challengelar sayesinde XP alıyorsunuz. Haritada dolaşırken yaptığınız herşey size xp veya yetenek puanı olarak geri dönüyor.

Oyun menüsünde Ana Senaryo Haricinde "Bright Lord" "Lord of the Hunts" ve "Trials of War" adında üç ayrı campaign seçeneği bulunuyor;

Bright Lord Campaign'de The One denilen Lord Of The Rings'de Frodo'nun taşıdığı tüm yüzüklere hükmeden güç yüzüğüne sahip olan Celebrimbor'la Sauron'u mağlup etmek için mücade ediyorsunuz. Bu campaign Brand özelliğini en çok kullanacağınız senaryoya sahip. Senaryo Sauron'la birebir savaşarak sonlanıyor.

Lord of the Hunts'da (ana senaryoda'da karşınıza çıkacak) Torvin adındaki dwarf avcı ile haritadaki yaratıkları avlıyorsunuz.

Trials of War multi için yapılmış ancak isterseniz tek başınızada oynayabiliyorsunuz. Senaryonun olmadığı bu bölümde ork şefleri ve kaptanlarıyla savaşarak zamana karşı hedeflenen puanlara ulaşmaya çalışıyorsunuz.

Gelelim oyunun artı ve eksi yönlerine;

Artıları: grafikleri tatmin edici, dövüş mekaniği efsane, sesler iyi, oyundaki relic sistemi sayesinde senaryo derinleştirilmiş. Bulduğunuz reliclerin ses kayıtlarını dinlerken kendinizi o dünya içerisine daha da kaptırıyorsunuz.. Tolkien dünyasının açık dünya yapılabileceğini göstermesi açısından başarılı olamasada bir ilk. Belki ilerde bu yolu açar. Senaryonun derinliği kısada olsa tatminkar düzeyde.

Eksileri: Oyun süresi çok kısa. Oyuncuyu oyunda tutacak hiçbir çeşitlilik yok. Açık dünya olmasının ilk olması dışında hemen hemen hiçbir artısı yok.Yapay zeka tatmin etmiyor. RPG unsurları yetersiz.Yan  görevler kendisini tekrardan öteye gitmiyor.


Not: Oyunlarda trainer cheat vb. programları  hiçbir zaman desteklemedim. Oyunun tüm doğasını ruhunu öldürdüğüne inanıyorum. Oyuncunun kendisini geliştirmesinede engel olduğunu düşünüyorum. Ancak tüm bunlara rağmen ben şurayı geçemedim saçları yoldum burada takıldım sıkıldım bıraktım diyenler olursa diye düzgün çalışan bir trainer ekteki sayfada

Shadow of Mordor Adrin Trainer











14 Şubat 2014 Cuma

LEAGUE OF ANGELS İNCELEMESİ


    Evet yurttaşlar, son günlerde kendimi oynamaktan alıkoyamadığım bir online oyundan bahsetmek istiyorum sizlere League of Angels. Turn Based yani Sıra Tabanlı oyunları biliyorsunuz. Hani şu EP'niz kadar yürüyüp EP'niz kadar vuruş yapabildiğiniz işin stratejisinin çok büyük önem taşıdığı eğlenmenin yanısıra zihninizide biraz zorlayan tarz oyunlar. Bunlara Tactical Role Playing Game de deniyor hatta Strateji RPG ve Tactical RPG olarak iki ayrı başlıkta değerlendirebiliriz.  

 Örneğin ilk aklıma gelen Jagged Alliance var ki tam bir TRPG sonradan Online'ı da çıktı hatta, veya Might and Magic serileri var SRPG diyebiliriz hadi Turn Based Strateji diyelim fazla karıştırmayalım. 
Turn Based son oynadığım Disciples Resurrection var ki arka fonda Aşık Veysel Şatıroğlu üstadın eserlerinden olan  "Kara Toprak"ın güzel bir düzenlemesi çalıyor mütemadiyen. İlk etapta sizden olan bu ezgiler heyecanlandırsa da neredeyse tüm oyun boyunca sürekli duymak bir süre sonra insanı bunaltıyor ki Aşık Veysel üstadın yeri bende ayrıdır. Düşünün ki üstadın müziği yıllar sonra tüm dünyada satılan bir oyunun fon müziklerinden birisi oluyor hatta oyunda atmosferi oluşturan ana müzik oluyor. 


Disciples'ın eski serilerini takip edenler için çok fazla bir yenilik olmadığı yazıyor internette. Ben eski serileri bilmeyerek başına oturdum ve tatmin oldum diyebilirim. Ancak zorluk seviyeleri beni bir hayli uğraştırdı, en çok etkilendiğim yönü ise grafikleri oldu, müthiş detaylı karakter grafikleri ve haritalar beni benden aldı. Az söylenmedim oynarken bu karakter tasarımları ve detaylarla harika bir RPG yapılabilirdi diye. Monster's Den flash oyun serisi var ki yapımcısının eli öpülesidir gözümde. Ufacık bir flash oyunun içine hiçbir görsel efekt olmadan insanı çeken atmosferine ve sürekli silah ve ekipmanlarınızı güncelleme isteğine karşı koyamıyorsunuz. Bu oyunla ilgili ayrı bir yazı yazacağım kendime sözüm var.

Konu dağıtmakta üstüme yok diyerek League of Angels a dönelim. Oyunumuz web tabanlı bir online oyun. Yani hiçbir dosya indirmeden browserınız üzerinden oynuyorsunuz. Yükleme ekranları çok kısa sürüyor ki zaten oyunda karakterler dışında 3d hiçbir öge yok. Tür olarak MMORPG ve Turn Based hibriti diyebiliriz. Level atlamak ilk etapta yani 40+ olana kadar çok kolay, biraz zaman ayırmaya bakıyor kısa sürede 40+ levellara ulaşmanız mümkün. Sanıyorum bu yeni oyuncuları oyuna bağlamak için bir strateji ki bende işe yaradı. 
45+ olduktan sonra ek görevleri bitirerek level atlamanız zorlaşmaya ve level alma süreleri uzamaya başlıyor. İşin  beni bu yazıyı yazmaya iten yönü ise oyunun yapımcılarının tüm bu kurguyu matematiksel verilere mükemmel yedirmiş olması. Bunun detayına inmeden önce oyunu genel olarak anlatmak istiyorum; 

Oyunu oynamak için resmi sitesinden ücretsiz hesap açmalısınız. Burada kafa karıştırıcı birşey var ki google da oyunu arattığınızda karşınıza iki farklı site çıkmakta R2games ve GTArcade her ikisinde de Official site yazıyor ve her ikisinde birbirinden farklı serverlar mevcut. Ben http://loa.r2games.com/ 'dan üyeliğimi aldım. Oyunda seçebileceğiniz 2 farklı sınıf var, her sınıf kendi içerisinde kadın ve erkek karakter olarak 2 ye ayrılmış:


Buradan karakteri seçtikten sonra oyuna giriyorsunuz. Tutorial kısmını atlamamanızı öneririm çünkü büyük faydası oluyor. 
Tekrar hatırlatmak isterim ki bu bir "browser" oyunu. Yani etkileyici görsel efektler birbirinden çeşitli animasyonlar ve göz kamaştırıcı bir grafiksel detay bekleyenler hiç girmesin bu işlere. 2d bir dünya ve 3d karakterlerin olduğu bir oyun League of Angels. Birbirinden taş ve alımlı Tasarlanmış Koruyucu Meleklerin kötü güçlere karşı mücadele etmek için seçtiği kahramanları yani chosen'ları olarak oyuna başlıyorsunuz. Konusunu detaylandırmanın anlamı yok ki hangi mmorpg'nin olmayan öylesine çakma senaryosunu oturup okuyoruz.

 Oyunun quest kısmı temel ve basit bir doğrultuda ilermekte level aldıkça açılan haritalar ve aynı oranda zorlaşan düşmanlar ve her harita sonunda öldürülen boss'larla açılan diyaloglar ve biten ana quest. Bu durum sürekli kendisini tekrar ediyor, oyundaki her Melek için benzer bir ana questle bu süreç otomatiğe bağlanmış, birisin asasını kurtarırken ötekinin kılıcını tılsımını kötü güçlerden kurtarıyorsunuz. 
Diğer NPC'lerden aldığınız görevlerde aynı şekilde aynı sistemle kurgulanmış. Zaten işi çözdükten sonra level alma işi BLITZ denilen hadiseye bağlanıyor yani haritaya tıklayıp BLITZ yaparak otomatik olarak exp ve ganimetin gelmesini bekliyorsunuz. 

Haritada herhangi bir savaşa girdiğinizde ekran turn based'e geçiyor ve "otomatik" olarak takımınız ve düşman savaşıyorlar. Herşey sayısal verilere bağlı olduğu için bu çarpışmayı izlemeden direkt "skip" e tıklayarak sonucu görmeniz mümkün. Aslen oyun tüm online oyunlarda olduğu gibi oyuncuyu para harcatmaya yönelik motive eder bir tarzda tasarlanmış. Ücretsiz oynarken hiçbir kesinti yaşamıyorsunuz yanlış anlaşılmasın ancak VİP olduğunuzda size vadettiklerini ana ekranda her fırsatta gözünüze sokmadan rahat etmiyor ki illa o kredi kartını çekesiniz. Eğer sakin sakin oynayıp levelimi alırım serverdaki mücadele ve üstünlük savaşı beni ilgilendirmez derseniz herşey çok güzel ancak istatistiklerde yer alayım En'lerden olayım hatta PVP'lerde yenilmekten usandım diyorsanız illaki ya VIP yolu gözükecek yada parayla satılan diamonds'lardan alacaksınız başka yolu yok.


Peki oyunda görevler birbirinin aynı görsel efekt yok ne var? diyenleri duyar gibiyim. Öncelikle oyunun eventları ve içerisindeki çeşitlilik derim. Bahçeye altın ekip sulamak*tan tutun da balık avlamaya kadar Guild kurup geliştirmekten tutun da Gemology'de 3 taş oynamaya kadar kendi içinde çok farklı atraksiyonları mevcut ve  bütün bu seçenekler için size her gün yenilenen haklar veriyor. Oyunun ekonomisi genel olarak günlük online olmayla ve istatistiklerle sağlanmış.Yani altını slot keserek değil bu aktivitelerle ve oyunun size hergün verdikleriyle sağlamanız mümkün. Tıklamanız gereken o kadar çok menü ve kısım oluyor ki her biri farklı birşeyler veriyor. Altından crystale kadar bir yığın materyali her online olduğunuzda tıklayarak stokluyorsunuz. Browser'ı açık bırakırsanız yine oyun açık kaldığı sürece "auto pathing" denilen sistemle az miktarda exp gelmeye devam ediyor. 

Gelelim karakter gelişimine ve şu matematiksel PVP olayına :
Karakter gelişimi ve Karakterin sağlık atak defans gibi özellikleri her levelde otomatik artıyor bu özelliklere direkt bir müdahale yok. Zırhlarda aynı şekilde çeşitli değil her level aralığı için 20-40-60 lvl şeklinde standart zırhlar var. Zırhlar geliştirilebiliyor. 
Gemology denilen hadiseyle zırhlardaki slotlara GEM ekleyerek özelliklerinizi arttırabiliyorsunuz işte burada farklar ortaya çıkmaya başlıyor. Sağlık defans kritik blok her özelliğinizle ilgili GEM'ler karakterinizi güçlendirmek için en büyük silahınız. Aynı şekilde oluşturacağınız takım ve özellikleri de sizin ortalama Rating'inizde önem taşıyor. Takım demişken ana karakterin yanında yardımcı meleğinizi seçip geliştirebildiğiniz gibi takım arkadaşları alarak onlarıda geliştiriyorsunuz. Bu takım elemanlarınıda oyunda Recruit sekmesindeki tavernlerden "soul" karşılığında ekliyorsunuz. Aynı şekilde bu takım elemanlarıda özelliklerine göre ayrılıyor, "Party" sekmesinden takımınızın uygun savaş düzeninide belirlemeniz gerek. Örneğin yüksek hp'li savaşçıları defansa ön saflara alıp büyücüleri arkaya dizmek gibi.

Oyunda tamamiyle veriler çarpışmakta. "Battle Rating" dediğimiz hadise sizin tüm bu geliştirmelerinize göre orantılı olarak artıyor ve PVP'lerde büyük etki ediyor. GEM'ler de aynı şekilde level atlıyorlar, her levelda sınırlı gem slotlarını daha yüksek levelli Gemlerle değiştirmeniz gerekiyor yoksa PVP'de harcıyorlar. Oyunda evlilik olayıda mevcut, ilerleyen levellarda tek bir yardımcı melek yerine kendi seçtiğiniz birden fazla meleği hibritleyerek guardian angel sahibi olabiliyorsunuz. 



Web tabanlı olmasına rağmen öylesine bağlayıcı ve interaktif bir dünya ki insan sıkılamıyor. Haftalık, günlük aylık event'ların ardı arkası kesilmiyor. Sürekli bir level atlama ve karakteri geliştirme isteği doluyorsunuz. İtiraf edeyim bunca yıllık oyuncuyum hiçbir oyuna şu  browser oyunu kadar para harcamadım. Açıkçası oyunda gerçek para harcamadan zevk almanız çok zor. Çünkü birkaç tıkla yapacağınız gelişmeyi vip olmadan belki 2 haftada yapamayabiliyorsunuz. oyunda herşey PVP'ler Arena savaşları Vb. size günlük verilen haklarla yani attempt'lerle sınırlı.  
Yine aynı şekilde Stamina denilen olay sizin exp almak için harita harita gezmenizi günlük olarak sınırlamakta ve hergün aynı saat aralığında otomatikman 50 birim, her yarım saatte ise 5 birim artmakta. Herşeyi inanılmaz bir düzen ve sistem içerisinde öylesine güzel kurgulamış ve birleştirmişler ki işte insanın hayran olup kendisini kaptırdığı noktada bu oluyor. 
Yukarıda her detayına değinemeden yüzeysel olarak anlatmakla yetiniyorum çünkü yazmakla bitmeyecek kadar detaylı ama bir o kadar tutarlı bir online browser oyunu League of Angels. Her online rpg gibi bir gün sıkılacağım, işte o zaman şu yazıyı okurken neler düşüneceğim harcadığım paralar bana batacakmı orasını şimdiden kestirmek güç.


24 Ocak 2014 Cuma

Myostatin Geni ve Kaslı İnekler

Belçika Mavisi Sığır Türü Sanki Yeni Salondan Gelmiş Duşa Girecek
Evet yine zihnimi kurcalayan bir başka konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Kaslı inekler yani Piedmentosa türü sığırlar, bu türün başlıca popüler olanı Belçika Sığırı olarak biliniyormuş. Akşama kadar geviş getirip Endüstriyel et tesislerinde 2 adım yürümeden durduğu yerde kas yapan bu ineklerde türün bir özelliği olarak myostatin geni baskılıymış bu da hem kaslı hem yağ oranı çok düşük body building hocası görünümlü hayvanlar olmalarını sağlıyormuş aynı zamanda etlerinin kolesterol ve yağ değeri normal yediğimiz kırmızı et'e oranla çok düşükmüş yani beyaz et'e alternatif olarak sağlıklı kırmızı et sloganıyla yeni bir pazara açık bir sığır türü bu. Tabi ülkemizde ne kadar yaygınlaşır orası muamma, çünkü tüm bu özelliklerin yanında süt verimi olarak pek başarılı değilmiş ve bakımı da bir hayli çaba istiyormuş. Montofon sığır gibi tak tüpleri memelerine otlasın dursun gelsin sütler, gelsin hayvanın bebeği için yaptığı doğal maması Tetrapak kutularda bizim türün çocuklarını doyursun değil yani.

Fotoyu örnek olsun diye koydum bildiğin çalışmayla bu çocuğun kaslar
Myostatin'i amatörce açıklamak gerekirse, Bu gen canlıların vücudunda kaslanmayı dengeleyici bir rol oynuyormuş yani myostatin geni baskılanan bir insan kontrolsüzce kaslanabilir damarlı damarlı ortalıkta gezebilir, hatta doğuştan myostatin geni baskılı doğan bir çocuğun mini bodyci görünümüyle bilim insanlarını şaşırttığı ve ilaç endüstrisinin bu geni bir takım kemik ve kas hastalıklarının tedavisi için inceledikleri söyleniyor. Herşey insanlık için yoksa bu geni baskılamayı bir tüpe sığdırıp oturduğunuz yerde istediğiniz kas kütlesini yaparsınız sloganıyla çatır çatır satarız düşüncesinden değil, çok kötü düşünüyorum!

Düşünsenize şimdi böyle hapların satışa çıktığını. Çok yüksek alım gücü istemeyeceğini varsayarsak (zor ya) tüm dünya'da spor salonlarına vücut geliştirmek için zaman ayıran milyonlarca insanın bir anda oturduğu yerde Arnold Şivandanegezer gibi olup çıkacağını, obezliğin bir ayrıcalık halini aldığını düşünün, hap toplumlara öylesine nüfus ediyormuş ki bazı ülkelerde yasaklamalar başlıyormuş Karaborsaya düşüyormuş, viagra ilk patladığında çok kısa bi dönem olmuştu bu hani, herkes kaslı herkes kaslı arkadaş sokaklarda düşünsenize. Adonis artık olağan olmuş 7 yaşındaki çocuğunun myostatinini baskılayıp kaslarıyla gururlanan manyak ebeveynler falan türemiş, "biraz kaslanayım dövme yaptıracağım" diyen binlerce insan sonunda hedeflerine ulaşarak dövmecilerde kuyruk oluşturmuşlar. Vay ki ne vay. 
Bunlar şaka gibi geliyor sana ama olursa hiç şaşırmam bak şimdiden yazıyorum buraya.


Pharrell Williams Dinlemeyen İnsanım Fakat Kendime Hakim Olamıyorum

But I'm not Happy Bebeğim

Pharrell Williams
Diyorsan evet aynı duyguları paylaşıyoruz seninle. Geçen gün denk geldiğim Happy adlı parçası ve klibi o kadar hoşuma gitti ki anlatamam. Bir anda ayağa fırlayıp kaslı bedenimi kendime has figürlerle süsleyerek sokakta ilerlemek isteğiyle dolup taştım. Sonra öğrendim ki bu iş zaten böyleymiş, meğer klipte izlediğimiz görüntülerin hepsi böylesi sahnelerden toplamaymış hatta web sitesi de varmış http://24hoursofhappy.com/ Buraya herkes kendi Happy videosunu atıyor saatine göre sıralanıyor, bence harika bir proje olmuş. Benim gibi old school rockerların mühürlü iç dünyalarında bile bir kıpırdanmaya neden olan melodisini gün boyu web sitesi üzerinden sıkılana kadar dinlemiş bir insanım. Parçanın tüm yenilikçi enerjisini emip sömürüp sıkıldıktan sonra daha az dinlemeye başladım. Bu aralar günde 1-2 doz alarak motivasyonumu buluyorum.




Hukuk Doçentinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini Anlatmasını İstemek


Belki 7 belki 8 sene evvel*di tam hatırlayamıyorum. Okuduğum bölümle ilgili olarak gittiğim dershane'de Üni.de doçent olduğu için güzel paralar karşılığında vaktini ayırıp dersimize giren Hukuk hocamızdan AİHM'i anlatmasını istemiştim. Anlatmamayı tercih ederek talebimi kulak arkası yapmıştı, başvurabiliyormuyuz hangi konular vs. gibi sorularımı da detaylandırmayınca,  yaptırım gücü varmı diye sormuştum.İşte bu soruyla birlikte bir uyarılma hali geliverdi hocaya, tam bir taraf hissiyle savunmaya geçer gibi hiçbir şey yapamazlar anca ceza çıkartırlar ödemek zorunda değiliz dedi. Sanki kötü birşey AİHM öcü sanki AİHM. AİHM işini elinden almış sanki, iki farklı şehirde hafta sonlarını saatine çok yüksek paralar alarak dershanelerde değerlendirip maaşları katlıyorsun birşey mi dedik. Bak yan sınıfta stajyer felsefeci senin sadece bir hafta sonu piknikten feragat edip kazandığın para için 1 ay çalışıyor AİHM deyince zıplıyormu böyle? 
Sizlerin de  "deneme" yaparak hocanızdan aldığınız geri dönüşümleri gözlemlemenizi istiyorum. Bu hor görme durumu doçentgillerin aralarındaki genel bir davranış mı yoksa bana mı denk geldi, yıllardır kafamı kurcalar durur. Böylece bir istatistik çıkartma şansımız olabilir.

İyi Film İzleyicisinin Oscar Ödüllerini Dikkate Almaması Doğallığı


Evet efendim aynen okunduğu gibi bir durum yıllardır söz konusudur. Nedenler çok ancak AVATAR'a yapılan haksızlıktan sonra bende bu durum ayyuka çıktı. Dikkate almamanın ötesinde Oscar almış filmleri izlememe hatta yok sayma gibi bir refleks geliştirecek kadar ileriye gittim. 
Neytiri

James Cameron'un tüm dehasını konuşturduğu bir film AVATAR, izlemeyen sanıyorum yoktur. Tabi ki çoğunuz aksiyon ve görsel efekt merakıyla ve 3D'nin verdiği albeniyle peşinden gittiniz değil mi? Ancak AVATAR'ın Oscar'dan makyajı güzel görseli güzel özensizliğiyle dışlanmasının tüm zamanların en çok kazanan filmi olması arasındaki ters orantı manidar. Düşünün ki film için yeni bir dünya yeni bir bitki örtüsü yeni bir gezegen yeni bir Tür ve yeni bir dil oluşturuyorsunuz. Bunların her detayıyla tek tek uğraşıyorsunuz. Ve bu Türü beyaz perdeye aktarırken tüm ayrıntılarına dikkat ediyorsunuz. Aynı zamanda bu türün ve bu gezegenin yaşadığı dramı politik bir mesaja öyle güzel bağlıyorsunuz Na'vileri insanlık tarihinde Kızılderililer dahil soy kırıma ve zulme uğramış topraklarından olmuş bir çok toplulukla benzerlikler taşıması işten bile değil. Veyahut "bu vahşilere barış ve medeniyet getireceğiz" adı altında gezegenin kaynaklarını sömüren emperyalist ülke(lere)de benzetebilirsiniz. Tabi ki Cameron'un bu göndermeleri Oscar'ın Akademi üyelerininde gözünden kaçmamış olacak ki cevabı yabıştırdılar kendilerince. Ortalama bir film olan ve yoğun amerikan askeri propagandası içeren Hurt Locker'a Oscar vererek pişkinliklerini korudular. Bir tarafta yıllardır insanlık tarihinde zulüm görmüş ülkelerin halkların ortalama bir özetini görsel efektlerle müthiş bir hikayeyle kurgulayan AVATAR öteki yanda daha ne amaçla yapıldığıyla ilgili spekülasyonların bitmediği ABD'nin Irak müdahalesinin tam ortasında yaşayan bir grup bomba imha askerinin "duygu dolu" hikayesi. Hadi canım sende.

Bu Karakter Bildiğin SAM AMCA olmuş
Bizlerde sinema takipçileri olarak Oscar'a cevabı yabıştırmaktan imtina etmemeliyiz. Yani popüler diye tüm ünlüler kırmızı halıda salınıyor diye sinema eleştirmenlerinin ağzından düşmüyor diye ben dikkate almak zorundamıyım? Tabi ki değilim. Sen de değilsin, gel beni dinle ve bu popülist sevdadan vazgeç, hep beraber bu heykelciği hayatımızdan çıkaralım.